Plovdiv (Filibe) ve Hasköy Gezi Notları

Cepte 1 senelik Schengen vizesi olunca ve dolar, euro almış başına gitmişken insanın içi cız ediyor. Hal böyle olunca içinde euro olmayan, uçağa da gerek olmayan ülkeleri listeleyince en uygun aday olarak elinizde kalan adres: Bulgaristan. 4 günlük bayram tatili ise bu gezi için güzel fırsattı.

Bu kısa Bulgaristan gezisinde yolculuğa Hasköy’le başlayıp, Plovdiv(Filibe) ile devam ettim. Oradan Sofya’ya gidip en son Burgaz’dan Türkiye’ye geri döndüm. Burgaz aslında ters bir noktada kalıyor. Amacım Sunny Beach’de denize girmekti ama bu gezi diğerlerine göre oldukça plansız ve spontane kararlara açıktı, nasip değilmiş. Aynı şekilde Sofya’da da oldukça ilginç bir gün oldu. Orada okuyan Türk arkadaşlarla tanışıp, takılmaca geçtiği için bu yazıda Sofya’dan çok bahsetmeyeceğim.

Bayramda Bulgaristan gezisine karar verdiyseniz erken harekete geçmek lazım. Hem biletler erken bitebiliyor hem de yola çıkmak babında. Bileti 2 hafta öncesinden Alpar yazıhanesinden aldım. Bayram haftası telefonla rezervasyon kabul etmiyorlardı.

Bulgaristan’ın çeşitli yerlerine giden Türk otobüs firmaları var. Alpar’ı Yunanistan’dan bildiğim için ilk tercihim oydu. Bunun dışında Metro, Has Turizm (http://www.hasturizm.com.tr/), Huntur (http://www.huntur.com.tr/), Nişikli (http://www.nisikli.com.tr/tr/), Yonca Seyahat (https://www.luksyonca.com.tr/) gibi firmalar da var. Ancak dikkat etmek gerek her firma Bulgaristan’ın her tarafına gitmiyor. Örneğin dönüşü Nişikli ile Burgaz’dan aldım. Nişikli Sofya’da yok. Gidiş İstanbul-Haskovo 70 TL’ye, dönüş ise Burgaz-İstanbul 125 TL (45 Leva) geldi. İşbu blog yazılırken kur 1 leva = 2.7 lira idi 🙁 Kur farkına rağmen Türkiye ile fiyatlar dengeli diyebiliriz. 2-3 sene önce Türkiye’den Bulgaristan’a gidenler nasıl kraldı düşünün.

Bulgaristan’a Otobüsle Yolculuk

Kalkış Esenler Otogarından oluyor. Otobüs popülasyonu yarı Bulgar yarı Türk’tü. Bulgar zannettiklerimin Bulgar Türk’ü olma ihtimali de var tabi. Benim gibi gezmeye giden 5-6 kişi gördüm. Şoför ve muavinler Türk’tü. E normal değil mi diyebilirsiniz ama Yunanistan’a giderken ekip Yunan’dı.

İstanbul çıkışı trafik vardı. Sınıra 4 saate geldik. Harç pulunu, sınırda belki pul ofisi kapalı olur diye önceden bankadan almıştım. Ofis açıkmış.

Yarım saat Türk, 40 dk Bulgar tarafı olmak üzere 1 saat 10 dakikada sınırı geçtik. Otobüs kalabalığı yoktu.

Sınırdan sonra bir benzinlikte durduk. Ne olur olmaz diye 100 lira bozdurdum. Buraya gelirken euro yapmaya gerek yok. Tüm döviz bürolarında Türk lirası direk çevriliyor.

Bulgaristan İlk Durak: Hasköy (Haskovo)

İlk durak olarak Haskovo(Hasköy)’yu seçmiştim. Neden derseniz Alpar’ın ilk durağı orasıydı 🙂 Bu gezide ince planlar yapmamış kendimi rüzgara bırakmıştım.

Saat 3’te Haskovo otogardaydım. O saatte Haskovo’ya gitmek iyi bir fikir değilmiş. Burası oldukça küçük bir şehir ve pek turistik sayılmaz.

İnternet araştırmalarımda şehirde hostel falan yoktu. Şehir merkezinde ise 4-5 otel gördüm.

Sadece 2 otelde o saatte resepsiyon açıktı. Otellere gitmeden önce aklımda sorular.. Acaba cami açık mıydı ve orada yatabilir miydim? Maalesef merkezdeki camilerden ilki tadilat görüyor ve kapalıydı. Diğerinin ise kapısını bile göremedim. Sokakta gördüğüm birkaç kayık Bulgar tip ise “acaba bankta mı yatsam” düşüncelerimi değiştirdi.

Sonuç olarak ücretsiz kalabileceğim kapalı güvenli bir yer bir bulamayınca otele yöneldim. (Bu arada 2-3 hafta öncesinden Couchsurfing’den de yazmıştım millete ama ağırlayan çıkmadı. Şaşırdım mı, hayır.)

Hotel Central 30 leva, Hotel Haskovo 50 leva istedi. Hotel Central’i seçtim.

Resepsiyondaki kadına sadece 5-6 saat uyuyacağımı söyleyip biraz daha ucuza odayı vermesini bekledim ama kadın Nuh dedi peygamber demedi. Daha ucuz bir opsiyon olmadığı için mecbur kaldım.

Oda fena değildi, yatak çarşaf temiz, sıcak su sıkıntısı yoktu. Wi-Fi çalışmıyordu.

Ertesi gün 9.30’da kalktım. Caddede dolanırken, iki Türk’ün (muhtemelen oralı) en iyi kur şurdakinde diye bir döviz bürosunu gösterdiğini gördüm. Sokaklarda çok fazla Türk var. Hatta bir ara şehir meydanındayken bir yerlerden Ferdi Tayfur’un sesi geliyordu.

Hasköy Gezilecek Yerler

Şöyle bir şehirde dolanıp Meryem Ana anıtına çıktım. Burası 14 m yüksekliğiyle en yüksek Meryem Ana anıtıymış. Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş bu haliyle. Pek de büyüleyici ve ilgi çekici bir tarafı yoktu. Yanında yer alan çan kulesi daha güzel. Kulenin çan katına kadar çıkabiliyorsunuz. Giriş ücretsiz. Sanırım şehri yukarıdan  görebileceğiniz en yüksek nokta burası.

Buradan inip şehir merkezine geçtim. Caddelerde rastgele dolanmaya başladım. En göze çarpan şey olarak yürüyüş caddesinin ortasındaki saat kulelerini gördüm. Eski Saat Kulesi 19. y.y.’da Bulgarların gelişmeye başlamasıyla kurulmuş. Çanı yapan firma Londra’daki Big Ben saat kulesinin çanını yapan havalı bir firmaymış.

Bunların dışında pek bir şey yok. 2 tane cami daha önce dediğim gibi kapalıydı. Birkaç tane de heykel var. En dikkat çekeni Kıskançlık Anıtı (Monument of Envy): Bulgar Icarus’u kollarını açıp göğe yükselmek istiyor ama iskelet kollar ayaklarından çekiyor. Saat kulesinin karşısında Baba Yaga(Slav halk inancındaki cadı karakteri diyebiliriz) heykeli var. Diğer Bulgar şehirlerinde olduğu gibi yeşille iç içe, araç girişsiz çarşısı, pek çok Türk’ün yaşadığı, kendi halinde küçük bir kent diyebiliriz. Sokaklardaki yaşlı nüfus baya dikkat çekici.

İngilizce yok gibi, Türkçe anlaşma ihtimali daha yüksek. Tabela olarak da İngilizce oldukça kısıtlı.

Gece geliyorsanız bence burada durmaya değmez. Eğer gün içinde geçiyorsanız bir iki saat durabilirsiniz.

Ben de çok fazla vakit kaybetmeden Plovdiv’e gitmek için otogara yürüdüm. Otogar bölgesinde baya Türk var. Bileti 4 numara yazan gişeden alıyorsunuz. Plovdiv otobüsü 11.30’daydı. Bilet bedeli 10 leva.

Bu kadar yeşil ile iç içe bir ülke beklemiyordum.Gerek yol boyunca gerek şehir içleri ağaca doymuş. Bulgaristan beni bu konuda şaşırttı.

Osmanlı, Roma, Bulgar Ortak Yapımı: Plovdiv (Filibe)

Haskovo’dan sonra Plovdiv gerçek bir şehirdi; Yollar, binalar, sokaklar, insanlar..

Plovdiv ya da Türkiye’de daha bilindik adıyla Filibe, çok sevdiğim bir şehir oldu. Tahmin ediyorum önümüzdeki senelerde insanların baya ilgisini çekecek, bloglarda, gezi sitelerinde daha çok yer alacaktır.  Şehrin Osmanlı, Roma, Avrupa, Slav kültürünü tek potada eritmesi Avrupa’nın da dikkatini çekmiş olacak ki 2019 yılı Avrupa Kültür başkenti seçilmiş. Bunun verdiği gazla şehirde iyi yönde birçok çalışma, restorasyon var.  Çok temiz, düzenli, yeşil, güzel bir şehir Filibe.

Otogar şehir merkezinin güneyinde kalıyor ve 15 dakikalık yürüme yol var.

Hostele gidene kadar birkaç yer göreyim deyip Tsar Simeon parkı, Roma forumu, Knyaz Alexander yürüyüş caddesi üzerinden Dzumayan(Cuma) Camisini görüp hostele geçtim.

Tsar Simeon Park‘ına bayıldım. Ortasında geniş bir havuz, yaşlı büyük ağaçlar, sessiz sakin, huzur kol geziyor bu parkta.

Parkın sonunda Roma forumu var. Etrafını kapatmışlar, bakımsızlıktan harabe gibi gözüküyor.

Yürüyüş caddesi ise eski evleri, geniş sokakları ile volta atmak için oldukça güzel. Buralarda Avrupai hava daha baskın. Etrafa bakına bakına Cuma Cami‘sine kadar geldim. Çantayı hostelde bırakıp dinlenmenin vakti gelmişti.

Mükemmel zamanlama yapmışım. Girdikten 5 dakika sonra şarıl şarıl yağmur başladı. Her ne kadar burası biraz iç kesim olsa da Bulgaristan Karadeniz karakteristiği gösteriyor. Yaz kış gün içinde yağmurlara hazırlıklı olmak lazım. Bulgarlar bu havalara alışık ve tedbirli çıkıyorlar dışarıya.

Plovdiv’de Funky Monkey Hostel‘de kaldım. 1 gece için 20 leva verdim. Şehrin merkezinde orta karar bir hostel. Ortak alan baya aktifti. Geniş bir masa ve etrafında sandalyeler, balkon ve balkona çıkan taraftaki minderler insanların kaynaşması için ortam hazırlıyor. Çalışan genç elemanı sevmedim. Hatuna uzun uzun anlatıp beni 2 dakikada geçiştirdi.  Ona anlattığından duyduğum free walking tour’u attım kafaya. Her gün saat 11 ve 18’de yürüyüş caddesindeki belediye binası önünden başlıyormuş. Bu yürüyüş turlarına daha önce katıldığım ve genel olarak memnun kaldığım için 6’ya kadar dinlenmeye karar vermiştim. Sonra karar değiştirip resepsiyondaki elemana yürüyüş turunun nereleri kapsadığını sorup gidilmeyen yerleri keşfetmeye karar verdim.

Tur; yürüyüş caddesi, Hümayun camisi, antik stadyum, Kapana ve eski şehiri(Nebet Tepe) kapsıyor. O halde nehrin geçtiği kısma gidebilirdim. Çok da güzel yapmışım. Şehrin ilk sakinleri için Meriç Nehri, geniş verimli topraklar ve bölgenin geçiş yolu üzerinde olması buraya yerleşmek için önemli sebepler olmuş. Öyle ki belediye nişanındaki simgelerden biri Meriç’i ifade ediyor. Nehrin etrafı binalarla çevrili kalmamış. Özgür bırakmışlar yemyeşil çayırlar ağaçlarla örtülü etrafı. Yürüyüş caddesini takip edince Meriç’in üzerine kurulmuş olan Maritza yaya köprüsüne gidiliyor. Köprü üzeri pasaj gibi, dükkanlarla dolu. Dükkanlarla manzarayı kapatmaları kötü olmuş. Köprüden sonra biraz daha ilerleyip markete girdim. Tam çıkacaktım ki yine yağmur bastırdı. Yarım saatten fazla dinmesini bekledim. Sonra nehir boyunca devam edip bir alttaki köprüye gittim.

Köprüyü şehir merkezi yönünde geçince karşınızda Çifte Hamam var. Burası Sultan Murat zamanı Sancak Beyi Ziya Paşa’ya hediye olarak yapılmış bir Türk Hamamı. Haremlik-selamlık iki kısımdan dolayı çifte denmiş. Çok daha öncelerde ise bir kilise varmış burada. Şimdilerde ise modern sanat müzesi olarak hizmet veriyormuş ama içerisini görmedim.

Burası gençliğin kalbinin attığı Kapana bölgesine çok yakın. Dar sokaklar, murallar ile yine izninizle Karaköy’e benzeticem ancak daha derli toplusu. Hep diyorum şu Karaköy’de mekanlar iyi güzel de kafanızı kaldırdı mı binaların çoğu sıradan, ruhsuz veya yıkık dökük, bakımsız. Burada öyle değil. Kültür başkenti muhabbetine güzelce restore edilmişler.

Sokaklarda dolanıp tekrar camiye geldim. Tam geçecektim ki çay gördüm hem de ince belli bardakta! Burayı Türkler işletiyor. Sadece çay değil başka Türk lezzetleri de var. Bir çay içip tura katılmak üzere belediye binasına gittim.

Turda yaklaşık 10 kişiydik. Rehberimiz Sveta’ydı. Sveta’nın manası çiçekmiş. Tatlı, bilgili bir kadındı. Bulgaristan tarihinden başlayıp Plovdiv tarihine kadar uzun uzun anlattı. Tabiki anlattığı çoğu şey bizim tarihimizle kesiştiği için yorumlar biraz farklı. Hatırladıklarımdan kısa kısa..

Plovdiv de İstanbul, Roma ve Lizbon gibi 7 tepe üzerine kuruluymuş. 8 bin yıllık bir geçmişe sahip. Birçok ülke gibi Bulgarlar da aslan simgesini kullanıyorlar. Devlet nişanlarında eski ve ebedi(ancient & eternal) yazıyormuş. Bulgaristan SSCB’nin bir parçası hiç olmamış ancak komünizmle yönetildiği için öyle sanılmaktaymış. O dönemde ülkenin ekonomisi çok büyük ölçüde Rusya’ya bağlıymış.

Belediye Binası önceden adliye olarak kullanılmış. 100 senelik bir bina. Önünde manolya ağaçları ve küçük havuzla şirin bir meydanda bulunuyor.

Türkiye’de de vardır ya herkesin sevdiği, herkese yardım eden mahalle abileri. Milo abimiz de böyleymiş. Şehrin en işlek yürüyüş caddesi olan Knyaz Alexander ve çevresinde takılırmış. Plovdiv’de sevilen sayılan birisiymiş. Biraz çapkın olduğu da söyleniyor…

Cuma(Hüdavendigâr) Cami (Dzhumaya) adını da verdiği Cuma meydanında yer alıyor. Hemen yanı başında antik stadyum var. Kapana bölgesinin de başlangıcı gibi düşünülebilir.

Eski bir Roma kilisesinin bulunduğu yere 17. y.y.’da Sultan Murat tarafından yaptırılmış. Aktif olarak kullanılıyor. Türk Diyanet Vakfı’nın şubesi de burada. Bölgenin en büyük camisi.

Antik Roma Stadyumu uzunlamasına olan stadyumun geriye kalan tek kısmı imiş. Bulgarlar da bizim gibi tarihi koruma ve değerini bilme konusunda jetonu geç düşen ülkelerden. Bir çalışma sırasında burası keşfedilmiş ancak devamını çıkarmayı göze alamamışlar. Malum tam Alexander caddesinin altına denk geliyor. Sadece burayı çıkartıp bırakmışlar. Cuma camisi ile yan yanalar.

Nebet Tepe: Plovdiv‘de Osmanlı’nın İzinde..

Bulgarca en fazla Türkçe kelimenin geçtiği dillerden biri. Birçok kelimenin Türkçe olduğunun farkında bile değiller.

Nebet Tepe de bunlardan biri. Nöbet kelimesinden geliyor. İngilizcesi guard olarak geçiyor. Şehrin kurulduğu 7 tepeden sadece bir tanesi. Diğer tepeler: Taksim, Dzhendem (Cin veya Cehennem diye geçiyor), Bunar (Osmanlıca çeşme), Dzhambaz(Cambaz), Marko, Sahat (Saat). Eski şehir Taksim, Nebet ve Dzhambaz tepelerinin üzerine yayılmış ve 3 tepe olarak adlandırılıyor. Nebet tepenin üstünde eski bir kalenin izleri hala duruyor. Tepenin yamaçları ise Osmanlı evleri ile dolu ve eski Plovdiv şehrine ev sahipliği yapıyor.

Onlar bu evleri daha çok neo bilmem bir şey evleri diye anlatıyorlar.. Osmanlı hakkında iyi şeyler konuşmaktan imtina ediyorlar. Bu o kadar belli ki turda tanıştığım ve uzun uzun muhabbet ettiğim Avustralyalı arkadaşın da dikkatini çekmiş. Osmanlı’yı bu kadar kötülemelerini yok saymalarını anlamıyorum dedi eleman.

Neyse tepeye dönecek olursak belli başlı bazı müze evler, etnografya müzesi, kiliseler var. Müze evler şehrin birkaç yüzyıl önceki zengin tüccarlarından kalan evler. O günkü eşyaları, yaşantıyı yansıtmak adına müze olarak çalışıyorlar. Bu bölgede sıkı bir restorasyon çalışması yürütüldüğü kesin. Evler gerçekten güzel gözüküyor. Bulgarlar bu evin mimarisin ulusal aydınlanma döneminin bir parçası olarak görüyorlar ancak bize göre tam bir Osmanlı evi. Mimarinin İstanbul Boğaziçi’ndeki evlerle olan benzerliklerini onlar da itiraf ediyor.

Balabanov Evi 19 yüzyılın başlarında inşa edilmiş ve günümüzde hem müze, hem tiyatro, müzik gösterileri, hem de sanat galerisi gibi çok amaçlı hizmet ediyor. Balabanov evin ilk değil son sahibi aslında.

Evde 3 kat ziyaret edilebiliyor. Bahçeden erişilebilen bodrum da diyebileceğimiz kısımda bir resim sergisi var. Burası anladığım kadarıyla ücretsiz. Ev için ise içeriden bilet alıyorsunuz. Giriş tam 5 leva, öğrenci ise 2 leva. Evin ilk girişi yüksek tavanlı geniş bir hole açılıyor. Sağda ve soldaki merdivenlerden yarım kat çıkıp ilk katın odalara ulaşıyorsunuz. İlk kat genelde depo amaçlı kullanılıyormuş, şu an ise resim galerisi. Evin sahipleri ise asıl zenginliğin kendini belli ettiği üst katta yaşarmış. Yatak, oturma, misafir odaları tastamam 19. y.y.’dan kalma biçimde restore edilmiş.

Hindliyan Evi ise Balabanov Evi’nin hemen yanıbaşında bulunuyor ve bana bir tık daha güzel geldi. Yine aynı dönemde inşa edilmiş. Ev adını ilk sahiplerinden almış. Ailenin soyadı ise muhtemelen Hindistan tarafına giden tüccar atalardan geliyor.

Bahçenin dışında bir kiler var. İsmini yine Türkçe’den almış ve “mağaza” deniyor. Evin ilk katı ev sahipleri tarafından yatak odası olarak kullanılmış. İkinci kat yine daha gösterişli. Her bir odanın tavanı farklı şekilde işlenmiş. Duvarlardaki süslemeler İstanbul, İskenderiye ve Venedik düşünülerek işlenmiş. Diğer evlerden en önemli farklarından birisi, zamanında oturma odasında gül suyu akan mermerden bir çeşme varmış(çeşme hala var gül suyu yok). Diğer önemli farkı ise banyosunun Türk hamamı şeklinde olması.

Bu evler dışında Nedkovich, Georgiadi, Danov diğer ünlü ve güzel evler. Ancak vakit kısıtlı olduğu için en meşhur ikisine girebildim.

En güzel evlerden biri Etnografya Müzesi‘ne ait. Bir diğer adı Argir Kuyumcuoğlu Konağı. Adından anlaşılacağı üzere Bulgar kültürüne ait birçok eşya, eser bu müzede kendine yer bulmuş. Çok etkileyici bir müze diyemem ama bilgilendirici, ucuz ve görülmesi gerekir. Giriş tam 5 leva, öğrenci 2 leva.

Etnografya müzesinin hemen yanıbaşındaki sokaktan aşağıda doğru giderseniz Hisar Kapı‘ya geliyorsunuz. Antik kentin 3 kapısından birisiymiş. İlk yapılışı da Roma dönemlerine dayanıyor tabi. İsmini ise Osmanlı zamanı almış. Resmen tarihin içinden geçiyorsunuz.

Turist bilgi ofisi, tam da müze ve kilisenin olduğu bu meydanda köşede kalıyor. Ücretsiz harita temin edilebilir. Ayrıca 15 levaya 5 müze gibi avantajlı bir paketi var. Ancak öğrenciyseniz zaten ucuz ihtiyaç kalmıyor.

St. Konstantin and Elena Kilisesi‘ne rehber uzun uzun anlattığı için girdim. Yüksek bahçe duvarlarından ötürü kilise dışardan anlaşılmıyor. Rehber bunun Osmanlı zamanında bilerek bu şekilde yapıldığını söyledi. Kilisenin hacmi ise dışardan gözüktüğünden daha geniş. Kilise ilk olarak 4.yy’da kurulmuş ancak o zamandan günümüze birkaç kez yıkılıp tekrar yapılmış. Son hali ise 19.yy’dan kalma. Bulgarlar ekonomik güçleri artınca kiliseyi tekrar yapmak istemişler ve padişahtan alınan ferman ile işe girişmişler. Uzun süredir Ortodoks kilisesi görmemiştim. Tasarımın, ikonaların diğer kiliselerden farklı olması daha çok ilgi çekiyor.

Taksim ve Dzhambaz  tepelerinin arasında Antik Roma Tiyatrosu bulunuyor. Tiyatroda o an konser olduğu için almadılar.

Genelde de bu tip sanatsal aktiviteler oluyormuş. Tarihi MÖ 1-2 yy’a dayanıyor. Baya iyi korunmuş ve şehrin içinde böyle bir tiyatro görmek beni hayli şaşırttı.

Yürüyüş turu tiyatroda bitiyor. Buradan sonra Avustralyalı Dany ile yola beraber devam ettik.

Plovdiv’de Ne Yesek?

Akşam yemeğinde Bulgar yemeklerinden mi tatsak dediğim için o da bana uydu ve Rahat Tepe Restoran‘ına gittik. Mekan Nebet Tepe’nin en tepe noktasına yakın bir yerde ve Plovdiv’in yerleşim kısmına bakıyor. Burada baya güzel ve farklı Bulgar yemeklerini bulabilirsiniz. Fiyat/porsiyon oldukça başarılı. Dany vejetaryen olduğu için patato pie/potatnik(8.9 Leva), ben ise chicken korma (14.9 Leva) aldım.

Bunlar Nebet Tepe’deki en belli başlı yerler. Onun dışında sokaklarında rastgele dolanıp keşfetmek için güzel bir bölge. Aslına bakarsanız Plovdiv genelinde gezilebilecek çok yer var, biraz da sanat merakınız varsa. Benimki baya özet bir gezi oldu. Plovdiv’i bu kadar  seveceğimi düşünseydim burası odaklı bir gezi planlardım.

Plovdiv’de Hippi Festivali mi?

Hostel ortamının baya canlı olduğunu söylemiştim. Hostelde tanıştığım İsrailli İdo, büyük bir İngiliz grubuyla beraber bir Hippi festivalinden geldiklerini söyledi. Bu hippi festivali için dünyanın dört bir yanında gelen insanlar varmış. Adı “Meadows in the Mountains” diye geçiyor ve Bulgaristan güneyinde dağın başında yapılıyor. İdo, insanların manyak gibi uyuşturucu kullandığından bahsetti ancak içmeden bile ortamın gerçekten çok güzel olduğundan ve hayatında yaptığı en iyi şeylerden biri olduğunu söyledi. İlgisini çekenler için websitesi:

http://www.meadowsinthemountains.com/

Başkente Kısa Bir Bakış: Sofya Notları

Genelde blog yazılarında detaylı bilgiler veririm. Maalesef bu sefer Sofya için veremeyeceğim. Trip attığımdan değil çok gezemedim 😀

Plovdiv’den Sofya’ya yine otobüsle geçtim. Aman dikkat! Plovdiv’den Sofya’ya giden otobüs terminali, Haskovo’dan Plovdiv’e gelenden farklı. Aralarında 5 dklık yürüme yolu var. Benim gibi son dakikaya bırakırsanız sonra koşa koşa zor yetişirsiniz 🙂

2 gün geçirdiğim Sofya’da ilk akşam bir şey yapmadım ve Hostel Mostel‘de kaldım. Kaldığım en iyi hostellerden biriydi. Yataklarında perde var. İçeride priz, başucu lambası ve küçük bir raf var. Ortak alanı geniş ve rahat. Bilardo masası, ücretsiz çay kahve, limonata falan ne ararsan var. Vee en güzeli hem kahvaltı hem akşam yemeği ücretsiz! Kahvaltısında hem kahvaltılıklar hem gevrek falan var. Akşam yemeğinde ise yeşil mercimek ve bulgur pilavı, yanında da salata vardı. Çalışanlar gayet rahat, yardımsever. Hostelden Rila yedi göllerine ve Rila manastırına tur düzenliyorlar (tabiki ekstra ücretli). Hostel ücreti ise standart hostel fiyatı 20 leva.

Yarım günde Alexander Nevski Katedrali, ünlü yürüyüş caddeleri olan Vitosha Caddesi, Sovyet Ordusu Anıtı, Kültür sarayı ve parkı gibi en ünlü noktaları ancak dolaşabildim. Eğer Sofya’da gece hayatına atılmak istiyorsanız gelmeniz gereken bölge üniversitelerin yer aldığı Studentski Grad (öğrenci şehri). Şehir merkezinden araçla 20 dk sürüyor. Burası bende bir Eskişehir, İzmir Küçükpark havası yarattı. Gerisini siz anlarsınız.

Sofya’daki vaktimin çoğunu, orada tanıştığım okuyan Türk arkadaşlarla geçirdim. İlginç hikayeler, hayatlar dönüyor burada. Türkiye’den Sofya’ya senede 100 tane öğrenci geliyorsa şimdi bu sayı 10-15’e düşmüş. Çoğu Türk öğrenci mecbur çalışıyor. Anlayacağınız kur farkı en çok onları vurmuş. Çoğu kişi buradaki hayatından memnun ve fırsat yakalarsa geri dönmeyecek. Özellikle Bulgarlar’ın AB’ye girmesi önemli değişikliklere sebep olmuş.

Bulgaristan’daki son durağım Burgas idi. Aslında Burgas’a gelmektense, dönüş biletini yakıp Sofya’dan Türkiye’ye bilet bakmak daha mantıklıydı. Ama bilmiyorum kendimi otobüste buldum. Sofya-Burgas otobüs yolculuğu 5 saat 45 dakika sürüyor. Ücret 27 leva.

Otobüsün Burgas’da bıraktığı yerle Nişikli‘nin yazıhanesinin hiçbir alakası yok. Arada 45 dakikalık bir yürüme yol var. Yazıhanenin  tam konumu şurada: https://goo.gl/maps/TmnpMi9NPxA2

Burası aynı zamanda Burgas’ın yürüyüş caddesine ve sahiline çok yakın bir nokta. 

Bulgaristan’daki 4 günlük serüven böyle geçti gitti. Umduğumdan daha güzel bir ülke gördüm ve tekrar gitmek istiyorum. Bu yazıda bu kadar. Arrivederci!

Ender

Share
Published by
Ender

Son Yazılar

Eguisheim Gezi Notları

Salut arkadaşlar! Colmar'ı ziyaret edenlerin görmesini tavsiye ettiğimiz 2 köyden bir diğeri olan Eguisheim yazımızla… Read More

2 hafta önce

Turckheim Gezi Notları

Colmar'ı ziyaret edenlerin mutlaka görmesini tavsiye ettiğimiz 2 kasabadan birisi olan Turckheim, Colmar'a 6 km… Read More

1 ay önce

Colmar Gezi Rehberi

Salut arkadaşlar! Bu yazımızda sizlere Aralık 2023 yılı sonunda ziyaret ettiğimiz masal kasaba Colmar'dan bahsedeceğiz.… Read More

2 ay önce

İspanya’da Hayata Başlamak: NIE ve TIE Nedir? Oturum Kartı Randevusu Nasıl Alınır?

Bu yazıda İspanya'da yaşamaya başlayanlar için özellikle ilk başlarda çok kafa karıştırıcı olan NIE, TIE(yabancı… Read More

2 ay önce

Barcelona Restoran Tavsiyeleri

Hep gezmekten tozmaktan bahsediyoruz biraz da yemekten ve Barcelona'da nerede yemeli ondan bahsedelim. Bu yazıda… Read More

3 ay önce

1 Günlük Pamplona Gezi Notları

İspanya'nın dünyaca ünlü boğa koşularının gerçekleştiği şehir olan Pamplona'ya dair gezi notlarımızı paylaşıyoruz bu yazıda.… Read More

4 ay önce